
Dijital Çağda İş-Yaşam Dengesini Kurabilmek
Tarihsel süreçler, dünyayı ve çalışma hayatını her zaman değiştirmiştir. Endüstri Devrimi ile birlikte iş ve aile yaşamı; değerler, kurallar ve davranış kalıpları açısından iki ayrı alan olarak şekillendi. 20. yüzyılın ortalarına kadar iş yerinde geçirilen uzun saatler, başarı ve verimlilikle eş anlamlı görülüyordu. Ancak iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler, özellikle 1980’li yıllardan itibaren küreselleşmeyi hızlandırarak iş dünyasını yeniden dönüştürdü. Artık yalnızca fiziksel iş gücü değil, zihinsel ve duygusal dayanıklılık da iş verimliliğinin temel bir unsuru haline geldi. Küreselleşmeyle birlikte dünya küçüldü; bireyler, organizasyonlar ve toplumlar olarak hepimiz, yoğun bir veri ve bilgi akışına maruz kalarak iş-yaşam dengesini sağlama konusunda yeni zorluklarla karşılaştık.
Günümüzde iş dünyasında başarı, yalnızca iş yerinde geçirilen süreyle değil, çalışanın yaşam kalitesiyle de doğrudan ilişkilendiriliyor. Zihinsel ve fiziksel sağlığın korunması, sosyal hayatın sürdürülebilmesi ve özel hayata zaman ayrılması, iş performansını doğrudan etkileyen faktörler arasında yer alıyor. İşverenler, çalışanlarının iş-yaşam dengesini göz ardı ettiklerinde uzun vadede verimliliğin düştüğünü, tükenmişlik sendromunun arttığını ve yetenekli çalışanları elde tutmanın zorlaştığını fark etmeye başladılar. Dolayısıyla artık iş dünyasında kazananlar, çalışanlarına daha fazla iş yükleyenler değil, sağlıklı bir denge ve iş ortamı sunarak onların uzun vadeli verimliliğini artıranlar haline geldi.
İş-yaşam dengesi kavramı, günümüz iş dünyasında sıkça tartışılan bir konu olsa da kökenleri II. Dünya Savaşı öncesine kadar uzanıyor. 1930’larda Amerika Birleşik Devletleri merkezli kahvaltılık gevrek üreticisi bir şirket, çalışan moralini ve verimliliğini artırmak amacıyla vardiya sisteminde köklü bir değişiklik yaptı. Geleneksel sekiz saatlik üç vardiya sistemini, altı saatlik dört vardiya sistemine dönüştüren şirket, çalışanlarının sosyal hayatlarına daha fazla zaman ayırmalarına olanak tanıdı. Bu uygulama, kavramsal olarak "iş-yaşam dengesi" terimiyle tanımlanmasa da günümüzde bu dengenin ilk örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.
İş-yaşam dengesi, bireylerin iş beklentileri ve özel yaşam taleplerinin dengeli bir şekilde yönetilmesini ifade eder. Geleneksel çalışma düzenlerinde bu denge işveren tarafından belirlenirken, günümüzde çalışanların talepleri doğrultusunda şekillenen daha esnek modeller benimsenmeye başlanmıştır. Konunun ehemmiyetine sadece şirketler değil hükümetler, üniversiteler ve ayrıca uluslararası kurum ve kuruluşlar da farkına vardıkları için bu konuya yönelik çok fazla sayıda bilimsel çalışma ve araştırma yürütülüyor (bkz. OECD- Better Life Index).
Küreselleşmenin hızlanması ve işgücü piyasasındaki değişimler, iş-yaşam dengesi kavramının daha fazla gündeme gelmesini sağladı. Esnek çalışma saatleri, uzaktan çalışma olanakları ve çalışanların mesai süreleri üzerinde daha fazla söz sahibi olmaları gibi politikalar, iş dünyasında "kazan-kazan" anlayışının temel taşlarından biri haline geldi. Özellikle 2000’li yıllarla birlikte teknolojinin hızla gelişmesi, iş ve özel hayat arasındaki sınırları bulanıklaştırdı ve iş-yaşam dengesini sağlamak daha karmaşık bir konu haline geldi.
İş-yaşam dengesinin en önemli unsurlarından biri, bireyin işte geçirdiği zamanla doğrudan ilişkilidir. Araştırmalar, uzun çalışma saatlerinin kişisel sağlığı olumsuz etkileyebileceğini, çalışanların güvenliğini riske atabileceğini ve stresi artırabileceğini ortaya koymaktadır. Özellikle aşırı mesai, bireylerin fiziksel ve zihinsel iyilik hallerini olumsuz etkileyerek tükenmişlik riskini artırmaktadır.
Türkiye’de çalışan nüfusun yaklaşık %25’i ücretli işlerde çok uzun saatler çalışmaktadır. Bu oran, OECD ortalaması olan %10’un oldukça üzerindedir ve Türkiye’yi uzun çalışma saatleri açısından en yüksek ülkelerden biri yapmaktadır. Ancak bu durum, 2011 yılında çalışanların yaklaşık %46’sının haftada 50 saatten fazla çalıştığı döneme kıyasla önemli bir düşüşü temsil etmektedir. Çalışma saatleri arttıkça, bireylerin boş zaman aktiviteleri, sosyal ilişkiler, sağlıklı beslenme ve yeterli uyku gibi temel yaşam gereksinimlerine ayıracakları süre azalmaktadır. Oysa boş zamanın miktarı ve kalitesi, bireylerin genel refahı açısından kritik bir rol oynar ve fiziksel ile ruhsal sağlık üzerinde olumlu etkiler oluşturabilir. Türkiye’de tam zamanlı çalışanlar, günlerinin ortalama %61’ini (yaklaşık 14,6 saatini) kişisel bakım (uyku, yemek yeme vb.) ve boş zaman aktivitelerine (sosyalleşme, hobiler, eğlence, dijital medya kullanımı vb.) ayırmaktadır. Bu süre, OECD ortalaması olan 15 saatin altında kalmaktadır ve iş-yaşam dengesi açısından Türkiye’de çalışanların yeterince kişisel zamana sahip olamadığını göstermektedir.
İş-yaşam dengesinin sağlanamadığı durumlarda ise fiziksel ve psikolojik birçok sorunun ortaya çıkması olasıdır. Amerikan Psikoloji Derneği'nin 2007 yılında yayınladığı bir rapora göre, çalışan yetişkinlerin yaklaşık üçte biri (%31) iş ve aile sorumluluklarını yönetmekte zorluk çekiyor ve %35'i işlerinin ailelerine veya kişisel zamanlarına müdahale etmesini önemli bir stres kaynağı olarak gösteriyor. İşin özel hayatı olumsuz etkilemesi kadar, özel hayatın da iş üzerindeki etkileri göz ardı edilmemelidir. 2023 Gallup raporu, çalışanların %77’sinin işlerine bağlı olmadıklarını ve bu durumun iş yerlerinde yüksek maliyetlere ve çalışanlar üzerinde artan strese yol açtığını ortaya koyuyor.
Hollanda merkezli bir işe alım şirketinin değerlendirmesine göre iş-yaşam dengesi dünya çapında çalışanlar için giderek daha önemli hale geliyor. Bu husus onları motive eden en önemli unsur haline gelirken maaş ikinci sıraya gerilemiş durumda. 1997 ile 2012 yılları arasında doğan Z kuşağına mensup çalışanlar, iş-yaşam dengesini maaşın çok üstünde görme eğilimindeler. Bu yaş grubunda ankete katılan çalışanların dörtte üçü (%74), maaşa kıyasla (%68) iş-yaşam dengesinin en önemli öncelikleri olduğunu belirtiyorlar. Ancak iş-yaşam dengesi ve ücretin önemi daha çok yaşlı katılımcılar için artmış; 61-70 yaş aralığındakilerin %85'i iş-yaşam dengesini çok yüksek olarak değerlendirirken ücret için bu oran %87 olarak belirtiliyor. Bu da çalışanların profesyonel yaşamlarının sonuna yaklaştıkça gelirin daha önemli bir motivasyon haline geldiğini gösteriyor.
Özellikle pandemi sonrası dönemde, hibrit ve uzaktan çalışma yöntemlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte iş-yaşam dengesi iş dünyasında en çok tartışılan konular arasında yer aldı. Pandemi sonrası hibrit çalışma modellerinin yaygınlaşması ve iş hayatındaki yeni talepler, iş dünyasında esneklik ve denge ihtiyacını hiç olmadığı kadar artırdı. Yine 2023 yılında yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre dünya çapında çalışanların %60'ı sağlıklı bir iş-yaşam dengesine sahip olduğunu bildiriyor ve insanların %67'si uzaktan çalışmaya başladıktan sonra iş-yaşam dengesinin iyileştiğini söylüyor.
Girişimciler İş-Yaşam Dengesi
Ücretli çalışanlar için iş-yaşam dengesi giderek daha önemli hale gelirken, girişimciler için durum nasıl şekilleniyor? Kendi işlerini yöneten bireyler için esnek çalışma saatleri büyük bir avantaj gibi görünse de iş ve özel hayat arasındaki sınırların belirsizleşmesi bu dengeyi sağlamayı zorlaştırabilir. Girişimcilerin çoğu, geleneksel mesai saatlerine bağlı kalmadan çalıştıkları için işlerinin her anında aktif olmaları gerektiği algısıyla karşı karşıya kalır. Bu da iş-yaşam dengesini korumayı güçleştirir. Ancak bu durum, bireysel ve demografik farklılıklara göre değişebilir. Örneğin, İngiltere’de yapılan bir araştırma, kadın girişimcilerin %39’unun iş-yaşam dengesini iyileştirmenin bir iş kurma kararlarında önemli bir etken olduğunu belirttiğini göstermektedir.
İTOSAM olarak yayınlamış olduğumuz “Girişimcilerin İş ve Yaşam Memnuniyeti: İstanbul’a Yönelik Bir İnceleme” başlıklı analiz notumuzda İstanbul'da faaliyet gösteren girişimciler ve onların iş-yaşam memnuniyetlerine ilişkin görüşleri inceleniyor. Araştırma sonucu ortaya çıkan iş-yaşam dengesine yönelik veriler incelendiğinde, girişimcilerin %38,8’inin bu dengeyi hiçbir zaman kuramadıklarını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra %22,6’sı çok nadir sağlayabildiğini belirtmiştir. Yani girişimcilerin yaklaşık %61,5’i iş ve özel yaşam dengesini kurmakta zorlanıyor. Buna karşılık, "her zaman kurabiliyorum" diyenlerin oranı ise sadece %15,2’de kalırken bu durum girişimcilerin büyük bir kısmının işlerine yoğun bir şekilde bağlı olduklarını ve zaman yönetimi konusunda ciddi zorluklar yaşadıklarını gösteriyor. Girişimcilerin %28,4’ü 51 saat ve üzeri; %18,4’ü ise 14 saat ve altı çalıştığını ifade ediyor. Girişimcilerde iş-yaşam dengesine çalışma süresi ile birlikte bakıldığında; uzun saatler çalışan girişimcilerin iş-yaşam dengesini kurmakta en çok zorlanan grubu oluşturduğu görülüyor. Haftalık 40 saat ve altı çalışan girişimciler ise iş-yaşam dengesini daha iyi sağlayabiliyor. Kısacası çalışma süresi arttıkça iş-yaşam dengesi bozuluyor.
Bu bulgular, girişimcilerin iş-yaşam dengesi konusunda önemli zorluklarla karşılaştığını ve çalışma saatlerinin bu dengeyi doğrudan etkilediğini gösteriyor. Günümüz iş dünyasında sadece finansal başarı değil; sürdürülebilir ve dengeli bir yaşam modeli de kazananların en önemli özelliklerinden biri haline geldiğinden iş-yaşam dengesini destekleyen modellerin benimsenmesi kritik bir gereklilik olarak öne çıkıyor.
Girişimcilerde İş-Yaşam Dengesi ve Çalışma Süresi Dağılımı (%)Kaynak: İTOSAM-Girişimcilerin İş ve Yaşam Memnuniyeti: İstanbul’a Yönelik Bir İnceleme
Referanslar
Nancy R. Lockwood, "Work/life balance: Challenges and solutions”. Benefits Quarterly, 19(4), (2003),ss.2-10
Lockwood, "Work/life balance: Challenges and solutions”, 2-10
Abigail Gregory ve Susan Milner, “Work-life balance: a matter of choice?”, Gender, Work and Organization, 16(1), (2009), ss.1-13.